Eşşeği sağlam kazığa bağlamak diye bir deyim vardır. Bu söz internet alemi için de son derece geçerli bir sözdür. Örneğin, saatleriniz belki de günlerinizi verdiğiniz blogunuzu bir sabah uyandığınızda göremiyorsunuz... Kuş olmuş..Uçmuş gitmiş... Bundan daha kötüsü de elinizde hiç yedeğin olmamasıdır sanırım. İşte bunu düşünmüşler. Geçenlerde bloglardan bloga atlarken böyle bir haber ilişti gözüme... Blog Back up ile ilgili bir site yapmışlar. Bu site sayesinde blogunuzun gün be gün yedeklemesi alınıyor. Böylece siz de büyük bir zahmetten ve olası bir kayıptan kurtulmuş oluyorsunuz. (Bu hizmet şuanda Blogger kullanıcılar için) Yapmanız gereken http://www.techrigy.com/ sitesindeki BlogBackupOnline a girip freemium hesap sahibi olmak. Ondan sonra hergün blogunuz yedeklenecek, gönlünüz de kafanız da rahat edecek. Freemium hesap haricinde ücretli hesapları da var. Freemium hesap ile blogunuzun belli bir miktara kadar yedeklenmesi sağlanıyor. Belirlenen miktar da 5 MB ki bu da pek çok blog için yeterli olacaktır.
14 Mart 2008 Cuma
11 Mart 2008 Salı
Yazım Yanlışları ve Kültür Bakanlığı
Mersin tatilimde ilk ziyaret ettiğim yer Ashab-ı Kehf mağarası idi. Yedi Uyuyanlar olarak da bilinen bu olay hem müslümanlıkta hem de hristiyanlıkta yerini almıştır. Bu olay kendini Tanrı ilan eden hükümdarın zulmünden kaçan 6 vezirinin bir mağarada 309 sene uyuması anlatılır. 7. uyuyan da bu 6 vezire eşlik eden çoban köpeği "Kıtmir"dir. Mağaranın ön tarafında bir cami yapılmış, caminin minaresi Mimar Sinan'ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii'nin minaresinin kopyası ve binaya harika bir ihtişam veriyor. Yazıktır ki bu minarede de pek çok kişinin adını görebiliyoruz. Bir insan sevgilisinin adını minareye ne diye yazar düşündük bulamadık.
Ashab-ı Kehf Mağarasına giriyoruz. Girişte bir yeri demir parmaklıklarla çevirip üzerine Ashab-ı Kehf yazmışlar. Kültür Bakanlığı sağolsun biz ziyaretçilerini düşünmüş ve bir bilgilendirme panosu koymuş girişe yakın bir yere.... Zaten bu yazımın asıl konusu da bu...
İlkokul üçüncü hadi bilemediniz dördüncü sınıfından itibaren bağlarçların yazımı konusu işlenir Türkçe dersinde. Bir bağlaç vardır başa bela... dahi anlamındaki "de" bağlacı. Bu bağlaç ayrı yazılır. Türkçenin en basit kurallarından biridir. Eğer o "de"yi cümleden çıkardığında cümlenin anlamı değişmiyorsa o "de" ayrı yazılar. Herhangi bir bulunma halini belirtmediğinden kelimeye bitişik yazarsanız yanlış yapmış olursunuz. Bunu ben ve dahi çocuklar bile bilirken acaba bu bilgilendirme panosunu hazırlayan kişi nasıl bilmez. Yukarıdaki fotoğrafa tıklarsanız fotoğrafın orijinal boyutu açılacaktır. Bir iki dakikanızı ayırın ve okuyun sayın bakalım kaç tane "de" hatası var... 4 mü dediniz ? Yok yok, artırın...5 de değil...O kadar hata neredeyse bir cümlede var... Ah keşke, hatalar bu kadarla sınırla kalsa... Eksik cümle mi demezsiniz, garip yüklemler mi demezsiniz... Ne ararsanız var mübarek... Günlük konuşma dilinde geleyim edeyim yerine "gelim ,edim" diyebilirsiniz ama yazarken bu şekilde yazamazsınız. Ama yazılmış işte... Bunu kim hazırlamış bilmiyorum ama ne kaymakamlık ne de Kültür Bakanlığı bu işe özen göstermemiş belli.
Yolunuz düşerse gidin yine de görün derim bu yeri. Tarihi açıdan gerçekten görülmesi gereken bir yerdir ama gitmezden evvel internetten araştırma yapıp gidin daha iyi...Oradaki bilgilendirme panosuna güvenmeyin.
Ashab-ı Kehf Mağarasına giriyoruz. Girişte bir yeri demir parmaklıklarla çevirip üzerine Ashab-ı Kehf yazmışlar. Kültür Bakanlığı sağolsun biz ziyaretçilerini düşünmüş ve bir bilgilendirme panosu koymuş girişe yakın bir yere.... Zaten bu yazımın asıl konusu da bu...
İlkokul üçüncü hadi bilemediniz dördüncü sınıfından itibaren bağlarçların yazımı konusu işlenir Türkçe dersinde. Bir bağlaç vardır başa bela... dahi anlamındaki "de" bağlacı. Bu bağlaç ayrı yazılır. Türkçenin en basit kurallarından biridir. Eğer o "de"yi cümleden çıkardığında cümlenin anlamı değişmiyorsa o "de" ayrı yazılar. Herhangi bir bulunma halini belirtmediğinden kelimeye bitişik yazarsanız yanlış yapmış olursunuz. Bunu ben ve dahi çocuklar bile bilirken acaba bu bilgilendirme panosunu hazırlayan kişi nasıl bilmez. Yukarıdaki fotoğrafa tıklarsanız fotoğrafın orijinal boyutu açılacaktır. Bir iki dakikanızı ayırın ve okuyun sayın bakalım kaç tane "de" hatası var... 4 mü dediniz ? Yok yok, artırın...5 de değil...O kadar hata neredeyse bir cümlede var... Ah keşke, hatalar bu kadarla sınırla kalsa... Eksik cümle mi demezsiniz, garip yüklemler mi demezsiniz... Ne ararsanız var mübarek... Günlük konuşma dilinde geleyim edeyim yerine "gelim ,edim" diyebilirsiniz ama yazarken bu şekilde yazamazsınız. Ama yazılmış işte... Bunu kim hazırlamış bilmiyorum ama ne kaymakamlık ne de Kültür Bakanlığı bu işe özen göstermemiş belli.
Yolunuz düşerse gidin yine de görün derim bu yeri. Tarihi açıdan gerçekten görülmesi gereken bir yerdir ama gitmezden evvel internetten araştırma yapıp gidin daha iyi...Oradaki bilgilendirme panosuna güvenmeyin.
Labels:
ashab-ı kehf,
GeziNotları,
gördüklerim,
mersin,
yazım yanlışları,
yedi uyuyanlar
Mersin'de...Cennet Cehennem
5 günlük Mersin tatilimin en güzel gezisi Cennet Cehenneme yaptığım geziydi. Cennet ve Cehennem Mersin Narlıkuyu köyüne 2 km uzaklıkta yerler. Cehennem çukuru (the pit of hell) 50 metre çapında 128 metre derinliğinde bir çukur... Mitolojiye göre Zeus, ateş saçan ejderha Tifon'u Etnaya sonsuza dek hapsetmeden önce onu burada zapt altında tutmuş... Çukurun dip taraflarındaki kayaların simsiyah oluşu insanın gözünü karartıyor bi an... Acaba ejderhanın alevleri mi kararttı bu taşları diye düşünüyor insan... Cehennem çukurunu tepeden izledikten sonra sıra geliyor Cennet Çöküğü'ne.
Cennet Çöküğü (The Chasm of Heaven) isminden de anlaşılacağı üzere burası yer altı sularının yatağında oluşan kimyasal bir çöküntü sonucu ortaya çıkmış büyük bir çöküntü. 452 basamaklı bir merdivenle en altına kadar inilebiliyor. 135 metre derinliğe kadar ulaşan bu çöküğün içindeki mağaradan Cennete ulaşılabildiğini inanılıyormuş. Mağaranın girişinde bir de manastır mevcut. Dibe inmek yaklaşık yirmi dakika sürüyor. Çöküğün içindeki dikitler kesinlikle görülmeye değer. En dipte hava oldukça serin, dışarıda yakıcı güneşin burada hiçbir etkisi olmuyor.
Cennet Çöküğü'nde de bir önceki yazımda bahsettiğim benzer manzaralarla karşılaşıyorum. Aşkını yazanlardan tutun da sanki çok merak ediyormuşuz da bizi merakta bırakmamak istercesine yazılan "ben buradaydım"lara kadar binlerce can sıkıcı yazı...
En dipte mağaranın akustiğine eşlik eden su sesleri duyuyorsunuz. Sarkıtlardan damlayan su damlaları hafif bir müzik edası ile ziyaretçileri karşılıyor adeta... Yaklaşık bir saatlik hafif yorucu gezinin ardından kendimizi yukarıdaki küçük restorana atıyor, peynirli gözlemenin ve silifke ayranının tadına bakıyoruz.
Labels:
cehennem,
cennet,
GeziNotları,
gördüklerim,
mersin,
narlıkuyu
10 Mart 2008 Pazartesi
Baki Kalan Hoş Sada
Divan edebiyatının büyük üstadı Baki bir şiirinde "âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal / bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş " der. Bunu nedense bizim milletimiz farklı algılamış. Zaten şiiri az okuyan bir milletiz, okuduğumuzu da yanlış anlamasaydık bari. Bunu Mersin'de yaptığım tatilde çok daha iyi anladım. Mersin oldukça zengin bir tarihi mirasa sahip(miş). (miş) diyorum çünkü ne yazık ki bir çoğunu ben daha geçen haftaya kadar bilmiyordum. Bu ülkede nelerimiz varmış da haberimiz yok diyorum şimdi kendi kendime.
Bizim milletimiz kubbede kalan bir tek sesimiz olmasın diye düşünmüş olmalı ki gördüğüm her tarihi eser üzerinde, her taşta, mağarada, mezarda, duvarda kendine bir yer almış..Adını yazmış, aşkını yazmış, orada olduğunu biz sonradan ziyaret edenlere bildirmek istemiş... Aman aman ne kadar mutlu (!) oldum onları görünce emin olun ey ölümsüzlüğe kavuşmuş sevgili arkadaşlar bilemezsiniz.
Silifkeye gitmeden önce Cennet Cehenneme uğradık. Cennet Cehennemin olduğu yerde bir tarihi kalıntı vardı. (Zeus Tapınağı ve Kilise) Önünden geçerken içim sızladı. Kalıntı dediğim bir duvardan ibaret ama sanki arka sokaklarda yer alan bir duvarın akıbetine uğramış tarihi bir duvar... Neredeyse yazı yazılmamış tek santimi yok. Her karesine birşeyler yazılmış, üstleri boyanmış, boyanın üstüne tekrar yazı yazılmış.. öyle boyun erişeceği yerlerle de sınırlı değil, ciddi anlamda insanlar uğraş harcamışlar. 3-4 metre yukarıya bile isim yazmışlar..Bu ne azimdir ey dostlar... Şaşırıyor insan... O azmin keşke onda birini o tarihi eserleri korumaya harcasaydık...
Labels:
cehennem,
cennet,
GeziNotları,
gördüklerim,
mersin,
zeus tapınağı
9 Mart 2008 Pazar
Sevinç...Keder...Bir An Ötede
4 Mart 2008 günü Türkiye'de futbol için önemli bir gündü. Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final vizesi için Sevilla ile mücadele ediyordu. Sevilla'yı elerse Galatasaray'dan sonra çeyrek finalde mücadele edecek ikinci Türk takımı olacaktı.
4 Mart günü tatil için Mersin'deki ilk günümdü. Mersin'de izleyecektim bu maçı.... Derken maç saati geldi çattı... Maç başladı... Daha ilk 10 dakikada Fenerbahçe 2 gol yiyince moralim bozuldu. Dedim eyvah yoksa gidiyor mu maç. Üzüldüm bir an. Sonra Fenerbahçe'nin golü geldi. Az önce üzgün olan ben şimdi seviniyordum...İlk yarı biterken bir gol daha yedi Fenerbahçe... Biz yine döndük baştaki duygulara... Böyle böyle derken Fenerbahçe ikinci yarı bir gol daha buldu ve maç 3-2 bitti. Bu maçı uzatmalara götürüyordu... Heyecan daha bir artmıştı. Heyecan, gerilim stres hepsi bir taraftan bastırıyordu... Uzatmalar bitti, sonuç değişmedi... Gelsin penaltılar...Artsın heyecan gerilim stress... Sevillalı futbolcu Dani Alves2in atışını heyecanla bekliyoruz. Eğer kaçırırsa Fenerbahçe turu geçecek... Ve Volkan kurtarıyor topu...Bir anda sevinç yumağı oluyor futbolcular... Maçı izleyen biz de öyle..artık ne gerilim ne stres var...Sadece sevinç, mutluluk...
Sonra bir garip oluyorum... Yani biz penaltılarda da kaybedebilirdik... O zaman üzülecektik. Sadece bir dakika içinde değişiyor duygularımız... Sevinç de keder de hep bir an ötede... Ne zaman sevinip ne zaman üzüleceğimiz belli değil... Futbol hayattır diye klasik bir söylem vardır. Buna katılmamakla birlikte benzerliği de yok değil hani. Hayat böyle birşey işte...
Labels:
fenerbahçe,
keder,
Kişisel,
sevilla,
sevinç
2 Mart 2008 Pazar
Kelebek-Papillon
Papillon, başrollerinde Dustin Hoffman'ın ve Steve McQueen'in oynadığı, gerçek bir yaşam öyküsünü anlatan 1973 yapımı bir filmdir. Henri Charriere' in, yine aynı adı taşıyan Fransız Guyana'sından kaçış hikayesini anlattığı kitabını konu alan film harika bir kaçış hikayesi olmasından öte azmin ne demek olduğuna dair de çok güzel bir filmdir.
Göğsündeki dövmeden dolayı kendisine "Kelebek" adı verilen James, işlemediği bir suçtan dolayı hapis cezası almıştır. Haksız yere hapse düşen Kelebek, ilk andan itibaren hep kaçışı, özgürlüğü düşünmektedir. James'in ilk andan beri yanında olan dostu Louis Dega (Dustin Hoffman) bu kaçışta onun en büyük yardımcısı olacaktır.
James, asla vazgeçmeyen, sürekli kaçmayı düşünen, elindekiyle yetinmeyen, başkalarını da özgürlüğe inandıran bir karakterdir. Louis Dega ise kaçmanın mümkün olmadığını düşünmekle birlikte içinde bir umut taşımakta, mahkum dahi olsa hayatta kalmanın daha önemli olduğunu düşünmekte ve buna göre davranmaktadır. Elindekiyle yetinmekte, onunla mutlu olabilmektedir. Zaten filmin sonunda da bu düşüncesinin hakkını vermektedir. Dostu James'in ne zaman yardıma ihtiyacı olsa yanında olmaktadır son ana kadar...
Bu filmi tam bir hafta önce izledim. Çok eski ve uzun bir film olmakla birlikte film bittiğinde gerçekten geçirdiğim zamandan hoşnut olmuştum. Özgürlüğün nasıl bir duygu olduğunu, uğruna insanın neleri göze alabileceğini gösteriyordu. Dahası azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz sözünü doğruluyordu.
İzlemediyseniz izleyin derim. Hatta mümkünse önce kitabını okuyun sonrasında filmi izleyin. Bir kelebeğin özgürlük için nasıl mücadele ettiğini görün...
Labels:
Dustin Hoffman,
Henri Charriere,
kelebek,
Kişisel,
papillon,
Steve McQueen
1 Mart 2008 Cumartesi
99 Duvar
Duvarlar... Bir engel ve bazen de bir koruma. İçeridekiler için koruma, dışarıdakiler için engel. Ya da bazen tam tersi...içeridekiler için engel, dışarıdakiler için engel... İki dünyayı ayıran bir çizgi..
Bir zamanlar bir fıkra okumuştum ya da bir arkadaşım anlatmıştı. Fıkra kısaca şöyleydi:
"İki deli bir gün artık çok sıkıldıklarından duvarlar ardında olmaktan ve de merak ettiklerinden dışarıdaki hayatı kaçmaya karar verirler. Ama bulundukları hastaneden kaçmak zordur. Zira 100 duvarı vardır. 100 duvarı da aşarlarsa kurtulacaklardır. Engelleri aşmak kavuşacakları karşısında hiçbirşeydir. Verirler kararlarını, kaçacaklardır. Başlarlar, bir duvar, iki duvar, on duvar, yirmi duvar...Böyle giderler...Çok yorulmuşlardır ama buna değecektir. Delilerden biri ötekine döner ve "Daha kaç duvar var. 99 duvar geçtik. Biteceği yok bunların. Ben çok yoruldum. Dönüyorum geri." der diğeri de ona katılır ve dönerler." Tam kurtulmaya ramak kalmışken vazgeçip kaybederler.
İki sene önce bir yazı yazmıştım. Balık mı Tutalım? İş mi Kuralım? diye sormuştum kendime. Balık tutmayla iş kurma arasındaki benzerlikleri, dahası paralelliklerini incelemiştim. 3 senelik çabalarımın ardından kendimi bazen o delilerden biri gibi görüyorum. Acaba diyorum 99.duvardan mı geri dönüyorum. 3 sene öyle ahkam kesecek kadar uzun bir zaman değil belki ama işte kendime çıkarımlarda bulunmaya çalışıyorum kendimce. İlerleyen günlerde bu balık tutma üzerine biraz daha kafa yorup bir yazı daha yazacağım iki sene sonra...Türkiye'de girşimci olmanın zorlukları, Türkiye'de iş etikleri ve iş etiki sözünün nasıl sömürüldüğü üzerine bir yazı olacaktır zannımca.
Özetle demek gerekirse insan hayallerinin peşinde koşmalıdır, gerçekten kopmadan. Gerçekten kopmamak çok önemli zira hayal aleminde yaşayanlar maalesef kaybetmeye mahkumdurlar.
Bir zamanlar bir fıkra okumuştum ya da bir arkadaşım anlatmıştı. Fıkra kısaca şöyleydi:
"İki deli bir gün artık çok sıkıldıklarından duvarlar ardında olmaktan ve de merak ettiklerinden dışarıdaki hayatı kaçmaya karar verirler. Ama bulundukları hastaneden kaçmak zordur. Zira 100 duvarı vardır. 100 duvarı da aşarlarsa kurtulacaklardır. Engelleri aşmak kavuşacakları karşısında hiçbirşeydir. Verirler kararlarını, kaçacaklardır. Başlarlar, bir duvar, iki duvar, on duvar, yirmi duvar...Böyle giderler...Çok yorulmuşlardır ama buna değecektir. Delilerden biri ötekine döner ve "Daha kaç duvar var. 99 duvar geçtik. Biteceği yok bunların. Ben çok yoruldum. Dönüyorum geri." der diğeri de ona katılır ve dönerler." Tam kurtulmaya ramak kalmışken vazgeçip kaybederler.
İki sene önce bir yazı yazmıştım. Balık mı Tutalım? İş mi Kuralım? diye sormuştum kendime. Balık tutmayla iş kurma arasındaki benzerlikleri, dahası paralelliklerini incelemiştim. 3 senelik çabalarımın ardından kendimi bazen o delilerden biri gibi görüyorum. Acaba diyorum 99.duvardan mı geri dönüyorum. 3 sene öyle ahkam kesecek kadar uzun bir zaman değil belki ama işte kendime çıkarımlarda bulunmaya çalışıyorum kendimce. İlerleyen günlerde bu balık tutma üzerine biraz daha kafa yorup bir yazı daha yazacağım iki sene sonra...Türkiye'de girşimci olmanın zorlukları, Türkiye'de iş etikleri ve iş etiki sözünün nasıl sömürüldüğü üzerine bir yazı olacaktır zannımca.
Özetle demek gerekirse insan hayallerinin peşinde koşmalıdır, gerçekten kopmadan. Gerçekten kopmamak çok önemli zira hayal aleminde yaşayanlar maalesef kaybetmeye mahkumdurlar.
Labels:
azim,
Deneyimler,
duvar,
engel,
girşimcilik,
hayal,
Kişisel
Mutluluk Bencilliği
Evet, benim uydurduğum birşey bu. Bir arkadaşımın yazısına yorum yazarken aklıma gelmişti. İnsan mutluyken yazamıyormuş demiş. Katılmamak ne mümkün... İnsanoğlu, güzel şeylerin paylaşımı konusunda içten içe bir bencillik taşır. Sevinçler paylaştıkça artar, hüzünler paylaştıkça azalır denir. Denir denmesine de insanlar genelde üzgünken, dertli iken bunu başkaları ile paylaşıp azaltmak ister; şikayet eder, dert yanar. Aynı paylaşım mutlu iken o kadar yoğun yapılmaz.
İnsan çuıvaldızı kendine iğneyi başkalarına batırmalı' dan hareket edip kendime bakıyorum. Evet, yazdıklarımın pek çoğunu üzgünken, dertliyken, düşünceli iken yazmışım. Şiir yazardım bir aralar hepsi melankoli kokan şiirler... Kederli,sitemkar yazılar...Şimdi geçti gitti onlar.. Çok geride kaldı.
İnsan mutlu iken de yazmalı, mutluluğunu paylaşmalı başkaları ile... BEN merkezli olmamak gerekir. Bencillik, insanın dönüp dolaşıp içine düşeceği kendi kazdığı bir tuzaktır. Bunu unutmamalı...
İnsan çuıvaldızı kendine iğneyi başkalarına batırmalı' dan hareket edip kendime bakıyorum. Evet, yazdıklarımın pek çoğunu üzgünken, dertliyken, düşünceli iken yazmışım. Şiir yazardım bir aralar hepsi melankoli kokan şiirler... Kederli,sitemkar yazılar...Şimdi geçti gitti onlar.. Çok geride kaldı.
İnsan mutlu iken de yazmalı, mutluluğunu paylaşmalı başkaları ile... BEN merkezli olmamak gerekir. Bencillik, insanın dönüp dolaşıp içine düşeceği kendi kazdığı bir tuzaktır. Bunu unutmamalı...
Labels:
bencillik,
mutluluk,
OrtayaKarışık
Labels
14 şubat
1994 unesco kültür mirası
2 ağustos sertab erener konseri
22 nisan
22 nisan dünya günü
23 nisan
4440375
Adam Faver
adsl
adsl hızı
ağaç
akademik spam
Alfred Chandler
alışkanlık
alışmak
amazon kindle
amos koyu
anıtur
arastacılar
ashab-ı kehf
askerlik
aslolan aşktır
aşk
avanos
avanos restoran
Avea
avea sesli imza
ayşe arman
azim
aziz basil
aziz george
aziz onuphrius
aziz theodere
back up
balık
balkonda düşen pc
bayat ekmek
bayat ekmek satışı
bencillik
beyazıt kulesi
beyazıt kulesinde hava tahmini
beyazıt yangın kulesi
biopro
bir varmışım bir yokmuşum
blackberry
blackberry hediye uygulamalar
blackberry kesintisi
blog
blogger
bloggerda yeni görünümler
bolu
böyle korunamazsınız
bu böyle
cehennem
cemiz topuzlu
cennet
charles handy
çarıklı kilise
çiçek sepeti
çiçek sepeti mail adresi
çiçek teslimatı
çin
çin malı
çocukluk
Deneyimler
dinamik görünüm
doğum günü
Dustin Hoffman
duvar
dünya günü
e-ink
earthday
ekmek satışı
elektronik kitap okuyucu
elmalı kilise
engel
eski çarşı
Eskişehir
etki alanı bloggerda olan websiteleri
FCT
fenerbahçe
fikriniz çöpe gitmesin
filler ve pireler
fotoğraf
gemiler
GeziNotları
girşimcilik
google analytics
gölcük
gölcük milli parkı
gördüklerim
göreme açıkhava müzesi
gül şurubu
günlüklü
güvercinlik vadisi
güzel atlar diyarı
harbiye açık hava
hatıra
hayal
hayat ekspres
Haydarpaşa
haydarpaşa garında yangın
haydarpaşa tren istasyonu
Henri Charriere
herşeyden biraz
heryöne sınırsız tarife
hizmet kalitesi
HP
hürriyet pazar
ikimiz bir fidanın
ikinci abdülhamit
inovasyon
iphone
iphone 3G
iphone satışı
iphone turkcell
iphone uygulamaları
istanbul
iş dünyası
John McConnell
kabak
kapadokya
kapadokya şarabı
kaputaş
karşı mahalle
keder
kelebek
kelebekler vadisi
kıbrıs
kıbrıs günleri
kızıl çukur
kızıl vadi
kızıl vadide gün batımı
Kişisel
kişisel blog
kitap
kitap basımı
kod
konseri
koparılan çiçekler
kopya ürün
kral konserleri
LAP LAMBERT Academic Publishing
mersin
mutluluk
müşteri memnuniyeti
nankör kedi
narlıkuyu
nehir
netbook
nostalji
o tabak bitecek klibi
okuduklarım
Olasılıksız
ortakent
OrtayaKarışık
ovabükü
panaroma
papillon
para
pazar
pdf
peribacaları
profilo
Rastladıklarım
ReklamArası
reklamlar
rengarenk
RIM
RIMden Hediye
sadakat
safran
safran çiçeğinin faydaları
safranbolu
Sakarya Ekspresi
satış danışmanı
seben
sertab erener
sesli imza
sevgililer günü
sevilla
sevinç
seyahat
sınırsız tarife
solan güller
sony reader
Steve McQueen
strateji
şeker bayramı
tanıtım
tatil
TEB
TEB Akıl fikir yarışması
teknoasistan
teknoloji
teknosa
teknosa deneyimi
tokalı kilise
tren
Tren Saatleri
ttnet
turasan
turasan şarapları
turk telekom
Turkcell
türban
türk telekom
Türk'ün zekası
uçhisar
uçhisar kalesi
ulusoy turizm
unutmak
üç güzeller peribacaları
ürgüp
Vodafone
vodafone sesli imza
websitem neden görüntülenemiyor
wordpresse google analytics kodu nasıl konur
yağmur
yapı
yazım yanlışları
yedi uyuyanlar
yemeniciler arastası
yılanlı kilise
yüksek lisans tezi
zaman
zeus tapınağı
zor kadın