18 Ağustos 2008 Pazartesi

Unutmak Üzerine

Yakın zamanda bir yazı yazmıştım alışmak üzerine. Alışmak bir yerde ilk karşılaşmayı, farklılığı unutup bir şeyi sıradanlaştırmadan ibarettir demiştim. Bunun üzerine bir yazı da unutma üzerine yazmak istedim. Bunu yazıyı aslında dün yazacaktım. Tam da 17 Ağustos yıkımının yıl dönümünde... Hani unuttuğumuz o hazin yıkımın yıl dönümünde ama yazamadım daha doğrusu unuttum.

Bir yerde hafıza-i beşer nisyan ile maluldur söylemine örnek teşkil ettim. Böyle bir sözümüz vardır. Öyle veya duymuşsunuzdur. Bazen bir savunma cümlesi olarak bazen bir sessiz isyan cümlesi olarak muhakkaktır ki bu sözü duymuşsunuzdur. Ne demektir bu söz ? Bu söz şöyle der ey insanoğlu sen unutursun, unutmaya mahkumsundur.... Düşünürsün konuşursun ama aynı zamanda unutursun da...Bu senin eksik yönlerinden biridir. Evet hem de ne eksik.. Öyle bir eksik ki ders almamız gereken nice musibeti bile görmezden gelmemize sebep olan bir eksiklik. Bu elbette bir savunma değil...Ne yapayım kardeşim unutuyorum işte diyerek kimse kurtulamaz.

17 Ağustos 1999 depremi Türkiye'de feci bir yıkıma yol açmış, binlerce ocak sönmüş, onbinlerce çocuk yetim öksüz kalmıştır. Ve bunu insanoğlu kendi eli ile yapmıştır. Kısa dönemli kazançlar uğruna bir daha hiç bulamayacağı bir değeri, canını feda etmiştir. Bu yıkımın ardından deprem sigortası yapı denetimi gibi bir sürü önlem alınmıştır. Geç de olsa binlerce can yanmış da olsa önlem alınıyor olması sevindiricidir. Ancak yine yakın zamanda gördük ki aslında alınan önlemler de pek yeterli olmamış. Neden ? Çünkü işin içinde insan var. Kafalar değişmedikten sonra, insan her zaman bildiğini okumaya devam eder. Buyrun bir örneği... Herkes televizyonlarda izlemiştir. Konya'da tüp gaz patlaması sonucu çöken Kur'an Kursu ve maalesef hayatının faha gençlik dönemine bile adım atamadan bu dünyadan göçen on sekiz can... Hani nerede kaldı önlemler, nerede kaldı 17 Ağustos depreminde aldığımız dersler... İşte tekrar etti tarih. Mehmet Akif, hiç ibret alınsaydı eder miydi tekerrür tarih demiştir. Evet gördük ki ders almıyoruz ve her seferinde yine yeni yeniden aynı durumlarla karşılaşıyoruz. Aslında burada asıl problem ders almamak değil; asıl problem unutmak....

Unutuyoruz... Bugün bize yapılanı, milleti kandıranları, vatanı satanları, bize kurşun sıkanları, arkamızdan kuyumuzu kazanları, ağır yıkımları, yalanları...Hiç düşünmeden unutuyoruz... Utanmadan unutuyoruz...

Korkarım ki bir gün gelecek kim olduğumuzu ne yaptığımız kim olduğumuzu nereden gelip nereye gittiğimizi de unutacağız. Her şeyi bir kalemde unutacağız.. O zamanda hafiza-i beşer nisyan ile maluldur sözünün arkasına mı sığınacağız? Tabi eğer onu da unutmazsak...

17 Ağustos 2008 Pazar

Bir Adam Fark Yaratabilir


One man can make difference… Sinemalarda klişeleşmiş bir sözdür… Bir adam fark yaratabilir şeklinde kabaca çevirisini yapabiliriz. Bu sözü ben inanarak söylerim. 3 yıl gizli müşteri, müşteri memnuniyeti, çalışan memnuniyeti konusunda çalıştım ve her zaman çalışanların ne kadar önemli olduğuna değindim. Daha önceleri de bir çok kez bu konu üzerine yazılar yazmıştım ancak bu kez doğrudan konunun içine dahil olunca bir kez daha yazmak istedim. Bir satışcı neleri değiştirebilir ya da bir satışçı neler yapabilir? Buyurun birlikte bakalım.
Temmuz ayında bir dizüstü bilgisayar almaya karar vermiştim. Etrafımdaki neredeyse herkes bilgisayar konusunda bana fikir danışmış ya da fikir danışanlarla beraber bilgisayar almışızdır.
Tatil için İstanbul’dan memlekete gitmiştim ve hazır vaktim varken olan mağazaları gezip bilgisayarları incelemiştim. Küçük bir yerde yaşıyorsanız tok satıcılara alışkansınızdır. Onlar için müşteri ile yakından ilgilenmek, müşteriye alternatif sunmak, ürün hakkında detaylı bilgi vermek biraz lükse kaçar, gerek yoktur ama tabi istisnalar da her zaman olabilir ki zaten yazımın esin kaynağı da böyle bir istisnadır. Carrefour, yeni açılmıştı ve içinde TeknoSa da yer almaktaydı. Teknosa’ya da bakayım dedim ve bu mağazaya geldim. Selim Bey isimli yazımızın da kahramanı olan satış danışmanı güler yüzle bizi karşıladıktan sonra nasıl bir ürün baktığımızı öğrendikten sonra bize alternatifleri sunmaya, ürünler hakkında detaylar vermeye başladı. Hatta ben sanki hiç bilmiyormuşçasına sorular sorarak ürün bilgisini bile denedim ve bunda da gayet başarılıydı. Teknosa’nın belirli bir süreyi kapsayan kampanyaları vardır ve bu kampanyaların birinde yer alan bilgisayarı almaya karar verdim. Sadece küçük bir problem vardı. Ben, bilgisayarı peşin alacaktım ancak bunu da bir hafta sonra yapabilecektim. O süre zarfında bu kampanya biterse şansımız yokmuş diyecektim ki bu noktada Selim Bey takdir ettiğim bir öneride bulundu. Bana “ Dilerseniz telefonunuzu bırakın dizüstü bilgisayarın elimizde kalmama durumu olursa ya da kampanya bitimine yakın yeni kampanya hakkında bize bilgi geldiğinde size bilgi vereyim.” dedi. Böylece bilgisayarın kampanyası bitecekse ya da değişecekse bir akşam öncesinden haberim olacaktı ki ben de buna göre tedbirimi alacaktım. Aradan bir hafta geçti ve Teknosa aynı kampanyaya devam etti ancak yeni ürünler de eklenmişti bu kampanyaya. Yeni eklenen ürünlerden biri vardı ki son derece ilgimi çekti ve onu almaya karar verdim. Bilgisayarı Selim Bey’den almaya karar verdim ve Teknosa’ya gittim. HP’nin HP 530 marka dizüstü bilgisayarını aldım. Bilgisayarın yanında 250 GBlık bir de harici hard disk vardı ki satın alma kararıma etkiyen en önemli faktör de bu olmuştu.
Yeni bilgisayarımı ve hard diskimi oyuncağına kavuşmuş bir çocuk edasıyla eve götürdüm ve harici hard diski hemen denedim. Maalesef hard disk bir hata veriyordu. Ertesi gün hard diski Teknosa’ya götürdüm, orada da denediler ve bir sonuç alınamadı. Ellerinde bir tane daha vardı onu da denediler ancak onda da aynı hata vardı. Hal böyle olunca hard diski servise göndermeleri gerekti ancak şöyle bir durum daha vardı ki iki gün sonra ben Türkiye’den ayrılacaktım ve bu bilgisayarı almamdaki en büyük faktör de bu hard diskti ancak yapacak bir şey de yoktu. Esasında vardı ama mağaza müdürü ilgilenmek istemedi. Hard disk başka bir mağazadan istenebilirdi (diğer mağaza aynı şehir de değil de il merkezinde yer almaktaydı.) ancak mağaza müdürü bunu yapmak istemedi. Selim Bey, bana karşı son derece mahcup olduğunu ifade ederken şöyle bir öneride bulundu: “ Biz bu hard diski servise gönderelim ve geri geldiğinde de size kargo ile gönderelim. Ücretini de firmamız karşılayacaktır.” Bu teklif o an için bana mantıklı geldi yalnız kargo gönderme konusunda aklıma soru işaretleri oluşmuştu. Kargoyu yurt dışına göndereceklerdi ve belki de yapacakları masraf bir hard disk ücreti kadar olacaktı. Acaba gerçekten firma bunu karşılayacak mıydı? Şöyle bir şey olabilirdi mesela. Ürün servisten gelir kargoya verilir, kargo gelir ve ücreti de müşteriden istenebilirdi. Türkiye’de olursa hiç şaşmayacağım da bir şey olurdu. Ben hard diski bıraktım ve iki gün sonra da Türkiye’den Kıbrıs’a geldim. Aradan on beş gün geçti ve Teknosa’yı aradım. Hard diskin yenisi ile değiştirildiğini ve hafta içinde kargoya verileceğini öğrendim. Yaklaşık on gün sonra da kargo elime ulaştı. Ücreti Teknosa tarafından ödenmişti ve hard diskte hiçbir problem yoktu. Bilgisayarı Teknosa’dan aldığıma bir kez daha memnun olmuştum. Dahası böyle yakından ilgilenen bir çalışanları olduğu için içten içe Teknosa’yı takdir de etmiştim. Umarım ki Teknosa da böyle çalışanlarını takdir ediyordur. Anadolu’nun küçük bir şehrinde ( Bafra’da ) bu şekilde hizmet veren çalışanlar bugün her firmanın sahip olmak isteyeceği çalışanlardır. Bu noktada ben Selim Bey’e bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Gösterdiği gayret ile kendisi belki farkında olmasa da sadık müşteri kazanma adına önemli bir iş yapmıştı.
Bir adam neler yapabilir ya da daha doğru bir tabirle bir satış danışmanı neler yapabilir? İşte size bir örneği…

12 Ağustos 2008 Salı

Alışmak Üzerine - 2

Bir önceki yazımda alışma üzerine yazmıştım. Yazıyı yazdıktan sonra biraz daha dikkat ettim nelere alıştığıma daha doğrusu neleri sıradanlaştırdığıma… Ölüm mesela… Ölümü o kadar sıradanlaştırmışız ki gözümüzün önünde biri ölse neredeyse ona bile kayıtsız kalacağız.

Körfez Savaşı örneğin… Körfez savaşı CNN den yayınlanan bir savaş olarak tarihe geçmiştir. Muhakkak ki zamanında Körfez Savaşı’nı teknolojinin de sayesinde canlı olarak izlediniz. Geceyi gündüzü çeviren füzeleri, silahlardan çıkan ateşi izlemişsinizdir televizyonlarda… Tıpkı bir film izler gibi izlemedik mi o savaşı. Bir yanda bir muhabir bir kameraman bir maçı anlatırcasına bir savaşı anlatıyor, beri yanda ekranın karşısında biz elimizde tabiri caizse patlamış mısır ABD-Irak maçını izliyorduk… İzlemiyor muyduk? Bir filmden ne farkı vardı ki hem izlenen hem de izleyenler açısından… İşte bakın bizler buna ALIŞTIK zamanla. İzlemeye alıştık. Ölümü savaşı sıradanlaştırdık ta ki ölüm bize ya da yakınlarımızdan birine çatana, ateş düştüğü yeri yakar sözünü yaşayana kadar…Amerika Bağdat’a girdiğinde de canlı yayın vardı ve ben de izlemiştim Saddam’ın heykelinin yıkılışını. Sonra Saddam’ın yakalanışı ve sonra idamını da izledim. Hep izledim ve kılım bile kıpırdamadı. Ne var ki altı üstü bir diktatör asılıyordu işte. Bu kadar basitti maalesef ve birkaç gündür bu kez de Rusya Gürcistan arasındaki savaşı izliyoruz. Uçaklar kameralar önünde binaları bombalıyor aynı anda masum siviller ölüyor, kimisi kaçmaya çalışıyor ve biz ekranın diğer tarafından bunları izleyebiliyoruz. Beni bu sıradanlaştırma rahatsız ediyor günlerdir. Bu kadar da alışmak istemiyorum, hayatı bu kadar basite indirgemek acaba ne kadar mantıklı bilemiyorum ama ben böyle böyle her şeye tepkisiz ve alışmış bir birey haline gelmek istemiyorum.

10 Ağustos 2008 Pazar

Alışmak Üzerine

Meşhur bir resim vardır, saçları kesilen gözü yaşlı bir çocuğun , o resmin üzerinde bir de yazı vardır ki alışmanın genel bir özetini geçer...Şöyle yazar o yazıda:

Çocukken ne kadar küçük şeyler için ağlardık
Bir tutam saç, bir oyuncak araba, bir bebek…
Şimdi büyüdük...
Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri
Ölümler, iflaslar, ayrılıklar, savaşlar...
Şimdi daha mı güçlüyüz yoksa daha mı alışkın?
Hayatı öğrenmek
Alışmak mı acaba?

Alışmak.. Bir yere alışmak, bir şeye alışmak, bir kişiye alışmak… Alışmanın bin bir çeşidi yer alıyor hayatımızda. Bir yenilik karşısında bir süreç yaşanıyor buna alışma süreci deniyor. İşte işe başladı henüz alışma döneminde, bir yere gitti henüz alışma döneminde… Bu dönemler öyle dönemler ki öyle veya böyle hayatımızın akışında bu dönemlerden muhakkak geçiyoruz. Bu aralar en sık duyduğum şeylerden biri olduğu için alışma üzerine yazmak istedim. Askerlik görevimi yerine getiriyorum ve bunu Kıbrıs’ta yapıyorum. İnsan ilk duyduğunda Kıbrıs’ta askerlik tatil demektir gibi bir hisse kapılabiliyor. Tavsiyem kapılmayın. Kıbrıs’taki ilk bir haftam hep aynı soruya cevap vermekle geçti. “ Nasıl alıştın mı ?” Alıştım mı? Alışmamak gibi bir lüksümüz olmadığından haliyle alışmak durumunda ve hatta zorundasınızdır. Bu sadece burada böyle değil. Alışma dönemleri hep sancılıdır. Çoğunda da zaten alışmama lükstür, mecburen alışmak durumundasınızdır.

Alışmanın da kendi içinde türleri var. Birincisi adaptasyon anlamında alışmak ikincisi ise bir eylemi ya da herhangi bir şeyi sıradanlaştırmaktır. Örneğin günlük hayatımızın içinde yer alıp da artık her gün aynı şeyleri görmekten duymaktan yapmaktan ya da yaşamaktan dolayı alıştığımız şeyler vardır. Bunlarda beyin artık bir yerde otomatiğe bağlamıştır. Kıbrıs’ta bu noktada da bir farklılıkla karşılaştım ve bu biraz da hoşuma gitti. Biz trafiğin sağdan akmasına alışmışızdır mesela… Soldan giden bir trafik size ters gelecektir. Sanki bütün araçlar ters yola girmiş ve hepsi üzerinize geliyor gibidir. Soldan trafik Kıbrıs’ta alışmanız gereken önemli ve gündelik hayatın içinde olan bir şeydir. Neden hoşuma gitti? Sağdan trafiğe o kadar alışmışız ki sanki soldan gitmek imkânsızmış gibi düşünüyor insan. Oysa işte bakın gidiliyor. İnsan bir yerde hep aynı düşünmemesi gerektiğini fark ediyor. Yani en azından biraz zorlayınca böyle bir şey çıkarabiliriz. Bir de hayatta farklılıklara her zaman yer olmalı. Alışan insan belli bir zaman sonra üretmekten düşünmekten uzaklaşabiliyor. Zaten klişeleşmiş bir söz vardır. Herkes gibi düşünmemek, farklı düşünmek ya da daha moda bir tabirle farkındalık yaratmak… Aslında bu alışmamakla ilgilidir biraz da. Alışan insandan farklı şeyler çıkarmasını bekleyemezsiniz. Farklı şeyler için her anın her şeyin farkında olmalı.
Sonuç itibariyle alışmaya hem evet hem hayır… Adaptasyon anlamında alışmaya evet, sıradanlaştırmak anlamında alışmaya hayır… Seçin beğenin… Seçim sizindir…
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Labels

14 şubat 1994 unesco kültür mirası 2 ağustos sertab erener konseri 22 nisan 22 nisan dünya günü 23 nisan 4440375 Adam Faver adsl adsl hızı ağaç akademik spam Alfred Chandler alışkanlık alışmak amazon kindle amos koyu anıtur arastacılar ashab-ı kehf askerlik aslolan aşktır aşk avanos avanos restoran Avea avea sesli imza ayşe arman azim aziz basil aziz george aziz onuphrius aziz theodere back up balık balkonda düşen pc bayat ekmek bayat ekmek satışı bencillik beyazıt kulesi beyazıt kulesinde hava tahmini beyazıt yangın kulesi biopro bir varmışım bir yokmuşum blackberry blackberry hediye uygulamalar blackberry kesintisi blog blogger bloggerda yeni görünümler bolu böyle korunamazsınız bu böyle cehennem cemiz topuzlu cennet charles handy çarıklı kilise çiçek sepeti çiçek sepeti mail adresi çiçek teslimatı çin çin malı çocukluk Deneyimler dinamik görünüm doğum günü Dustin Hoffman duvar dünya günü e-ink earthday ekmek satışı elektronik kitap okuyucu elmalı kilise engel eski çarşı Eskişehir etki alanı bloggerda olan websiteleri FCT fenerbahçe fikriniz çöpe gitmesin filler ve pireler fotoğraf gemiler GeziNotları girşimcilik google analytics gölcük gölcük milli parkı gördüklerim göreme açıkhava müzesi gül şurubu günlüklü güvercinlik vadisi güzel atlar diyarı harbiye açık hava hatıra hayal hayat ekspres Haydarpaşa haydarpaşa garında yangın haydarpaşa tren istasyonu Henri Charriere herşeyden biraz heryöne sınırsız tarife hizmet kalitesi HP hürriyet pazar ikimiz bir fidanın ikinci abdülhamit inovasyon iphone iphone 3G iphone satışı iphone turkcell iphone uygulamaları istanbul iş dünyası John McConnell kabak kapadokya kapadokya şarabı kaputaş karşı mahalle keder kelebek kelebekler vadisi kıbrıs kıbrıs günleri kızıl çukur kızıl vadi kızıl vadide gün batımı Kişisel kişisel blog kitap kitap basımı kod konseri koparılan çiçekler kopya ürün kral konserleri LAP LAMBERT Academic Publishing mersin mutluluk müşteri memnuniyeti nankör kedi narlıkuyu nehir netbook nostalji o tabak bitecek klibi okuduklarım Olasılıksız ortakent OrtayaKarışık ovabükü panaroma papillon para pazar pdf peribacaları profilo Rastladıklarım ReklamArası reklamlar rengarenk RIM RIMden Hediye sadakat safran safran çiçeğinin faydaları safranbolu Sakarya Ekspresi satış danışmanı seben sertab erener sesli imza sevgililer günü sevilla sevinç seyahat sınırsız tarife solan güller sony reader Steve McQueen strateji şeker bayramı tanıtım tatil TEB TEB Akıl fikir yarışması teknoasistan teknoloji teknosa teknosa deneyimi tokalı kilise tren Tren Saatleri ttnet turasan turasan şarapları turk telekom Turkcell türban türk telekom Türk'ün zekası uçhisar uçhisar kalesi ulusoy turizm unutmak üç güzeller peribacaları ürgüp Vodafone vodafone sesli imza websitem neden görüntülenemiyor wordpresse google analytics kodu nasıl konur yağmur yapı yazım yanlışları yedi uyuyanlar yemeniciler arastası yılanlı kilise yüksek lisans tezi zaman zeus tapınağı zor kadın
 
Copyright 2009 HeRşEyDeN BiRaZ. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan